14 Ocak 2016 Perşembe

SON YOLCULUK URFA'YA
Ramazan ayı geldiğinde Bediüzzaman ağır hastaydı. Takvimler 19 Mart 1960 tarihini gösteriyordu. Said Nursî yanındaki talebelerine Urfa'ya gitmek istediğini söyledi. Arabası hazırlandı ve seksen iki yaşındaki Bediüzzaman, ağır hasta hâliyle arabanın arka koltuğunda yola çıktı. 20 Mart'ta yağmurlu bir havada yaşanan bu yolculuk, onun son yolculuğuydu.
21 Mart günü Urfa'ya ulaştığında talebeleri kendisine Halilürrahman Dergâhını göstermek istediler. Ama o yürüyemeyecek kadar rahatsızdı. Onu şehrin en iyi oteli olan İpek Palas Oteli'ne yerleştirdiler. Bu arada otele gelen polisler, derhal Isparta'ya dönmesi emrini tebliğ ettiler. Bunu duyan halk otelin önüne toplandı. Polis ısrarla Bediüzzaman ve yanındaki talebelerinin Urfa'dan ayrılmasını istiyordu. Bu baskı sürerken Bediüzzaman 23 Mart 1960 günü 27 numaralı odada, sabaha karşı vefat etti.
Hayatı boyunca dayanılması güç acılara ve baskılara maruz kalmasına rağmen, hayat tarzıyla bir destan yazan Bediüzzaman, arkasında miras olarak altı bin sayfalık Risale-i Nur Külliyatı ile milyonlarca Nur talebesini bırakmıştı.
Büyük bir cemaatle kılınan cenaze namazından sonra Bediüzzaman'ın naaşı Halilürrahman Dergâhı'nda kendisine ayrılan yere defnedildi. Bediüzzaman'ın ahiret yolculuğunu duyan dostları ve talebeleri yurdun dört bir tarafından gelerek ziyaret ediyor, dualar ediyor, hatimler indiriyor, gıyabî cenaze namazı kılıyorlardı. Artık Urfa'da kalabalıklar hiç eksik olmuyordu.
Bediüzzaman'ın vefatından, yaklaşık iki ay sonra 27 Mayıs 1960'da bir askerî darbe oldu. Türkiye'de Demokrat Parti iktidarı boyunca yaşanan ekonomik ve dinî gelişmelerden rahatsız olan çevreler adına, askerler iktidara el koydu. Cuntadan oluşan Millî Birlik Komitesi hükümeti, ilk iş olarak geniş çaplı tutuklamalar başlatarak Demokrat Parti'nin ileri gelenlerini Yassıada Hapishanesi'nde topladılar.
Millî Birlik Komitesi hükümeti Bediüzzaman'ın kabrinin nakledilmesine karar verdi. Kanunî prosedürü ihmal etmeyen ihtilâl komitesi, Bediüzzaman'ın Konya'da yaşayan kardeşi Abdülmecid Nursî'den tehdit ile bir nakil dilekçesi alarak,12 Temmuz 1960 gecesi Urfa'daki mezarını kırdırarak açtırdı. Bediüzzaman'ın naaşını, askerî bir uçağa koyarak Afyon askerî havaalanına indirtti. Kara yolu ile yapılan uzun bir yolculuktan sonra, yerini Abdülmecid Nursî'nin de bilmediği bir mezara defnettirdi. Hayatta iken onun varlığını istemeyenler, vefatından sonra da onu rahat bırakmamışlardı.
ISPARTA HAYATI
Üç ay kadar İstanbul'da kalan Bediüzzaman  tekrar Emirdağ'ına geldi ise de 23 Ağustos 1953'te Isparta'ya yerleşmek üzere oradan da ayrıldı.
Gizli komitelerin tahrikleri devam ediyordu. Bediüzzaman ve Nur talebeleri üzerinden Demokrat Partiye yüklenen muhalefetin saldırılarına karşı, Adnan Menderes'e yazdığı mektuplarla onu uyarıyor ve bazı tavsiyelerde bulunan Bediüzzaman, talebelerinin de Demokrat Parti'ye yardımcı olmalarını istiyordu. Ehvenişer olarak gördüğü Demokrat Parti'nin varlığı Müslümanlar için bir fırsattı. Nitekim bu süreçte Risaleleri, bir derece serbest bir ortamda basılıp çoğaltılıyordu.
Böylece Bediüzzaman, kendisine yapılan bütün haksızlıklara rağmen, hukukî bir zeminde kalarak verdiği hukuk savaşından, kelimenin tam anlamıyla zaferle çıkmıştı.
 Uzun süre devam eden ve sürekli kamuoyunun gündeminde yer alan Bediüzzaman'ın mahkemeleri, Risale-i Nur'un ilânı hükmüne geçmiş, Anadolu insanı aradığını nerede bulacağını bu sayede öğrenmişti. Artık, gençlerin ve mekteplilerin iman hakikatlerinden hakkıyla istifade edebilmesi için yeni yazıyla (Latin harfleriyle) yazılan Risaleler matbaalarda sürekli basılıyor, yurdun her yanına dağıtılıyor ve her geçen gün imanını onunla kurtaranlara yenileri ekleniyordu.
Bu arada "Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı" isimli otobiyografik çalışma, talebeleri tarafından kaleme alınmış ve bizzat kendisi tarafından kontrol edildikten sonra, gerekli düzeltmeler yapılarak Risale-i Nur Külliyatı'na dâhil edilmişti.
Bediüzzaman, bundan sonraki hayatını daha önce sürgün ve mahpus olarak gittiği yerlerdeki dostlarını ziyaretle geçirecekti. Merkez Isparta olmak üzere, sık sık kısa seyahatlerle Afyon, Emirdağ, Eskişehir, Eğirdir ve Barla'ya gidiyordu. Eski mekânlarını ziyaret ediyor, dostlarıyla görüşüyor, talebelerine "dersler" yapıyordu.
2 Aralık 1959'da Ankara'ya yaptığı ziyaret, artık Bediüzzaman'ın veda seyahatlerinin başladığını gösteriyordu.
Ankara'da bir gece kalarak dost ve talebeleriyle görüştükten sonra, 3 Aralık 1959 günü Ankara'dan Emirdağ'a, oradan da Isparta'ya gitti. On beş gün sonra tekrar Emirdağ'a döndü. Konya'daki talebelerinin daveti üzerine 19 Aralık 1959'da Emirdağ'dan ayrılarak Konya'ya gitti. Burada talebeleriyle görüştü ve Mevlâna'nın türbesini ziyaret etti. Aynı gün Isparta'ya gitmek üzere Konya'dan ayrıldı.
Ankara'daki talebeleri yine ısrarla kendisini davet etmekteydiler. Bu ısrarlar üzerine 31 Aralık 1959 günü Ankara'ya geldi. Ancak bu defaki gelişi, basında tartışmalara yol açtı. Demokrat Partili milletvekillerinin kendisini davet ettiği yönünde asılsız haberler yayınlandı. Said Nursî, bir gece Beyrut Palas Oteli'nde kaldı, ertesi gün İstanbul'a hareket etti. İstanbul'da Divan Yolundaki Piyer Loti Oteli'nde bir gece kalarak talebeleriyle görüşüp vedalaştı ve 3 Ocak 1960 gününün akşamında, Ankara'ya dönmek üzere İstanbul'dan ayrıldı.
Daha önceki Ankara seyahatlerinde olduğu gibi bu defa da Beyrut Palas Oteli'nde kaldı. Ertesi gün talebeleriyle görüştü. Ve son dersini yaptı. "Vasiyetnamem hükmündedir." dediği son dersinde Bediüzzaman, kendi hayatından, sahabelerden ve Resulullah (a.s.m.)'ın hayatından örnekler vererek talebelerine istikametten ayrılmamalarını, müspet hareket etmelerini, iman hizmetine ihlâsla devam ederek asayişi muhafaza etmelerini öğütlüyordu.
6 Ocak 1960 günü saat 10:30 sularında Konya'ya gitmek üzere hareket etti. Konya'ya vardığında beklenmedik bir manzarayla karşılaştı. Konya'nın bütün giriş çıkışları tutulmuş, her yerde güvenlik tedbirleri alınmıştı. Bediüzzaman'ın arabasını gören polisler derhal etrafını kuşattılar ve takip etmeye başladılar. Kardeşi Abdülmecid'i ziyaret eden Bediüzzaman, Mevlâna'nın türbesini de ziyaret ederek Emirdağ'a gitmek üzere Konya'dan ayrıldı.
Emirdağ'da dört gün kaldıktan sonra 11 Ocak'ta tekrar Ankara'ya gitmek için yola çıktı. Ancak bu kez Said Nursî'nin şehir merkezine girişi polis tarafından engellendi. Yaklaşık otuz yıl boyunca sürgünler ve mahkemeler yoluyla baskı altında tutulan, her hareketi çok yakından izlenen, fakat mahkemelerin suçsuz bularak serbest bıraktığı Bediüzzaman'ın seyahatleri, bazı çevreleri evhamlandırıyordu.
Ankara'ya girmesi engellenen Said Nursî, Emirdağ'a geri döndü. Buradaki bir haftalık ikametinden sonra 20 Ocak günü Isparta'ya gitti ve burada bir buçuk ay kaldı.
AFYON HAPİSHANESİ
Risalelerin hızlı bir şekilde çoğaltılarak yayılması, gizli mihrakların tekrar harekete geçmesine, Bediüzzaman ve talebelerini tamamen ortadan kaldırmak adına bir çok komplolar hazırlandı ve sırası ile bunlar devreye sokuldu.
1948 yılına gelindiğinde, her zaman yaptıkları gibi devlet yetkililerini yalan yanlış bilgilerle  tahrik edip, Bediüzzaman ve talebelerinin üzerine daha sert bir şekilde saldırtmaya başladılar. Önce zamanın cumhurbaşkanı Afyon'a gelip, incelemeler yaptı ve ardından Bediüzzaman'a dönük baskılar şiddetlenmeye başladı. Hemen ardından İçişleri Bakanı, Afyon Valisi ile Emniyet Müdürü'nü gece vakti Bediüzzaman'ın evini basmak için Emirdağ'ına gönderdi. Ancak savcı bu gece baskınını uygun görmediği için sabah vakti evinin kapısını kırarak içeri girdiler, ama Kur'an ve bazı Risalelerden başka bir şey bulamadılar.[79]
Bu arada civar illerdeki bütün Nur talebelerinin evleri didik didik arandı ve bazıları göz altına alındı. Bir taraftan Vali ile Emniyet Müdürü sürekli Emirdağ'a gelip giderken, beş tane uçak da Emirdağ üzerinde uçuşlar yaparak, halka ve Nur talebelerine göz dağı veriyorlardı.
Komplonun bir parçası olarak, üç tane sivil kıyafetli polis Emirdağ'ına gönderildi. Bunlardan Salih isimli polis, bir kağıdın üzerine; "Said Nursi, talebelerine bakkaldan içki aldırttı." diye bir not yazdırdı ve oradaki bazı vatandaşlara imzalatmaya çalıştı. Fakat hiç kimse buna ihtimal vermediği için imzalatamadı.[80]
Bu defa Bediüzzaman'ı karakola götürüp beş altı saat boyunca ayakta bekletmek sureti ile olur olmaz sorular sorarak, gidiş gelişlerde ise halkın önünde sarığını kafasından, çekiştirip çıkartmaya çalışarak tahrik etmek istediler.
Bu komployu fark eden Bediüzzaman, inanılmaz bir sabır gösteriyor ve talebelerine de gönderdiği mektuplarda, oyuna gelmemeleri için uyarıyor ve şöyle diyordu:
 "Bu milletin asayişine, hususan masum çocukların, biçarelerin, ihtiyarların, hastaların ve fakirlerin dünyevi istirahatlarına ve uhrevi saadetlerine binler hayatımı, haysiyet ve şerefimi feda etmeye hazırım."[81]
Bu yıldırma ve tahrik etme çabaları bir bir boşa çıkıyordu. Ancak, komploların hiçbiri tutmayınca, yine hapis yolu görünmeye başladı. 23 Ocak 1948'de başta Bediüzzaman olmak üzere, civar illerde bulunan çok sayıda talebeleri ile birlikte tutuklanarak Afyon Cezaevine kondular.
Böylece, daha önceki üç mahkemenin beraat kararları hiçe sayılarak, aynı iddialarla tekrar dava açılmış, Eskişehir ve Denizli hapishanelerinin şartlarını mumla aratacak Afyon Mahkemesi süreci başlamıştı.
Bu kez, kesin sonuç alınmak üzere hiç olmazsa Bediüzzaman'ın işi bitirilmeliydi. Hapishanenin en üstü katındaki, yetmiş kişi kapasiteli ve çoğu kırık olan yirmi dört pencereli bir koğuşa Bediüzzaman tek başına kondu. Eksi yirmilere kadar düşen dondurucu kış soğuğunda, kendisine soba dahi verilmeyen yetmiş yaşının üzerindeki bu ihtiyar, açlıktan bitkin bir hale düşürülerek kendisine üç kez zehir verildi.
İşin en ilginç tarafı ise, hemen karşıdaki koğuşta hem sıcak su akıyor ve hem de dökme soba yanıyordu. Orada ise komünist ve idamlık mahpuslar vardı. 
Daha önceleri olduğu gibi, her seferinde Allah'ın inayeti ile ölümden geri dönen Bediüzzaman, bu tahammülsüz ıstıraplara, çilelere sabrediyor ve talebelerine de bir şekilde ulaştırdığı teselli mektupları ile onları da sabretmeye davet ediyordu.
Kısa süre içinde Afyon Hapishanesi diğer hapishaneler gibi bir mektebe ve ıslahhaneye dönüşmüş ve Bediüzzaman daOn Beşinci Şua olan El Hücettüzzehra risalesini telif etmeye başlamıştı. Nice azılı katiller ve nice ırz ve vatan düşmanları ıslah olmaya başlamış ve hâlim selim birer vatandaş haline gelmişlerdi. Tahliye süresi dolanlar, "Nur talebelerinin yanında huzurluyuz" diyerek çıkmak istemiyor ve gardiyanlar tarafından zorla çıkartılıyorlardı.
Devam eden mahkeme, nihayet 6 Aralık 1948'de kararını verdi. Bediüzzaman'a yirmi ay, bir çok talebesine de altı ve on sekiz ay aralığında değişen hapis cezasına hükmetti. Karar hemen temyiz edildi ve Yargıtay altı ay sonra, 4 Haziran 1949 Afyon Mahkemesinin kararını bozdu.
Bu karar üzerine Bediüzzaman ve talebelerinin derhal serbest bırakılması gerekirken, Afyon Mahkemesi ve özellikle gaddar savcısı, oyalama süreci başlatarak Bediüzzaman'ın yirmi ay hapiste kalması tamamlandıktan sonra serbest bırakıldı.
Afyon Mahkemesi buna rağmen devam etti ve Risale-i Nur nüshalarının toplattırılması kararı aldı. Bu karar yine temyiz edildi ve temyiz mahkemesi yine kararı bozdu. Ama savcı inadından vazgeçmiyordu. Süreç devam etti ve nihayet Temyiz Mahkemesi, Diyanet İşler Başkanlığı'ndan, Risaleleri incelemek üzere bir heyet oluşturmasına karar verdi. Risaleleri inceleyen heyetin raporu üzerine Afyon Mahkemesi mecbur kalarak Risalelerin beraatına ve toplattırılan nüshaların da geri verilmesine karar verdi. İnatçı savcı nihayet mağlubiyeti kabul etmişti.[82]
EMİRDAĞ HAYATI
Talebeleri ile birlikte tahliye edilen Nursi, Denizli halkının büyük ilgisi ile karşılaştılar. Şehir Palas oteline yerleşen Nursi, burada bir buçuk ay kaldıktan sonra Afyon ilinin Emirdağ ilçesine mecburi ikamet etmek üzere ayrıldı. Mahkemenin beraat kararı verdiği Nursi için bu kez hükümet devreye girip hükmünü bu şekilde veriyordu.
 Bediüzzaman'ın hayatı, mahkemenin hapis kararı ile hükümetin sürgün kararı arasında geçiyordu.1925'ten,  1960 yılı vefat tarihine kadar hayatı hep böyle geçecekti. 
Emirdağ'a getirilen Bediüzzaman, polis karakolu ile hükümet binasının karşısında yer alan bir eve yerleştirildi. Camiye gitmesine izin verilmediği gibi, kimseyle görüşmemesi için de kapısında ve penceresinin önünde sürekli polis bekletiliyordu. Bediüzzaman, talebelerine gönderdiği mektuplarda kendisine yapılanların "Denizli hapsini arattığını" ifade ediyordu. Emirdağ'ın eşrafından olan Çalışkanlar ailesi Bediüzzaman'a sahip çıkmış ve kaldığı evin altındaki dükkandan bir delik açarak Bediüzzaman'ın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmışlardır.
Bediüzzaman'ı bir türlü mağlup edemeyen gizli şer odakları, onu Emirdağ'ında üç kez zehirleyerek ağır ıstıraplar çektirdiler. İnayeti ilahiye ile ölümden dönen Bediüzzaman, risalelerin telifine kaldığı yerden devam ediyordu.
Bu sıralarda güzel gelişmeler de yaşandı. Yargıtay Birinci Ceza Dairesi, 30 Aralık 1944 tarihinde verdiği kararla, savcı tarafından temyiz edilen Denizli Ağır Ceza Mahkemesi'nin beraat kararını onayladı.
Bir diğer gelişme ise, Risalelerin artık teksir makinesi ile çoğaltılmasıydı.1946 yılında bir ithalatçı firma tarafından Türkiye'ye getirilen ilk teksir makinelerinden üç tanesini Nur talebeleri almış, Isparta ve İnebolu'da Risaleler teksir makinesi ile seri bir şekilde çoğaltılmaya başlanmıştı.
Bu arada, sınırlı da olsa hacca gitmeye müsaade edilmesi ve hacıların bazı risaleleri yanlarında hacca götürmeleri, bu eserlerin İslam dünyası ile buluşmasına; Hristiyan misyonerlere verilen Asayı Musa ve Gençlik Rehberi'nin de Amerika'ya götürülmesi ise bu eserlerin batı dünyası tarafından tanınmasına bir vesile olmuştu.